20 Aralık 2016 Salı

Aşı ve otizm bağlantısı


'CDC kasıtlı olarak aşı otizm bağlantısının kanıtlarını gizlemekle suçlanıyor. ''CDC 2004'teki raporunda Dr. Wakefield'ın araştırmasını destekleyen verileri sakladı.'' diyor Dr. Brownstein. Raporda aşı otizm arasında bir bağlantı olmadığı yazıyordu, CDC'den bir muhbir ve raporun yazarı sahtekarlık yaptıklarını; CDC'nin, KKK aşısının erken uygulanmasıyla otizm arasındaki ilişkiyi gösteren verileri sakladığını söyledi.
Bunu bildiren kişi CDC'de kıdemli bilim adamı William Thompson'du; avukatına ''Ben ve çalışmaya yardımcı olan diğer yazarlar, 2004'te 'Pediatrics' dergisinde yayınlanan raporda istatistiki önem taşıyan verileri sakladığımız için pişmanız.36 aydan önce KKK aşısı vurulan Afrika kökenli çocuklarda otizm riskinin arttığı bilgisi saklanmıştır.'
Bu bir önceki paylaştığım çevirinin son kısmıydı, ayrıca paylaşmak istedim, çünkü aşının yan etkilerinden bahsettiğinizde, birçok insan faydasının daha çok olduğunu düşünüyor. Madem faydalarından eminiz neden yan etkilerini saklayalım? Neden insanlara aşıların hangi hastalıkları tetiklediğinden bahsetmeyelim. Koruyucu olarak civa ve alüminyum içeren bileşikler; çeşitli canlıların DNA'ları bütün bunları yeni doğmuş çocuklara enjekte ediyorsak bence yan etkilerini daha detaylı incelemek gereklidir. Özellikle de CDC (Centers of Disease Control) verileri saklıyorsa ve birşeylerin bilinmesini istemiyorsa. Dr. Classen'ın makalesini de bir önceki yazımda paylaştım, artan metabolik hastalıkların uyarısını yaptıkları halde, çocukların daha çok aşılanmasından bahsetmiş. Zararı faydasından büyükse, çocuklarımız hatta 2 yaş altında henüz kan-beyin bariyeri, bağışıklık sistemi gelişmemiş bebeklere uygulamak hatta uygulanması için baskı yapmak ne kadar doğrudur. Takdirinize bırakıyorum. Hayırlı, sağlıklı günler dilerim.

Aşılar, artan otizm vakaları, artan metabolik rahatsızlıklar

Amerika'da otizm tanısı konulmuş çocuk sayısındaki artış korkutucu boyutta. Otizm vakaları 1970'lerden bu yana 20-30 kat arttı, CDC'ye göre 2014'te her 68 çocuktan biri otizmli. 2 yıl öncesine göre %30 artış olmuştu. Erkekler için risk daha fazla, 42 çocuktan 1'i.İletişim problemlerine ve kısıtlı sosyal beceriye neden olan bu durum eski nesillerde öyle nadirdi ki 1938'e kadar otizm terimi dahi kullanılmadı. 1960'ların sonuna kadar bir hastalık olarak sınıflandırılmadı.
Holistik(bütünsel) hekim Dr. David Brownstein otistik çocukların anne-babalarının çektiği sıkıntılara doğrudan tanık olmuştur: ''20 yıldır uzun süredir, çocuğu bir aşı vurulana kadar normal gelişimini sürdürdüğünü söyleyen çok anne-baba gördüm. Aşıdan saatler ve günler sonra -bu genellikle KKK aşısı- anne-babalar çocuklarının tutum ve davranışlarının değiştiğini iddia ediyorlar. Genellikle benzer hikayeler: çocuk normalken; ertesi gün ağlıyor, huzursuzlanıyor ve her anlamda geriliyor (nörolojik,davranışsal ve duygusal olarak). Bu noktadan itibaren, etkilenen çocuk ve ebeveynlerin hayatları tamamen değişiyor. Bu çocukların neredeyse tamamı otistik tanısı alıyor.''
Dr. Andrew Wakefield 1998'te KKK aşılarının güvenilirliğini ve bu aşının otizm ve bağırsak problemleriyle bağlantısını sorguladığı çalışmayı yayınladı. Dr. Wakefield 12 otizmli çocuğun lenf dokusunda kızamık virüsüne rastladı; bu çocuklar kızamık geçirmemişler fakat kızamık aşısı yaptırmışlardı. Dünyaca ünlü gastroenteroloji cerrahı Wakefield, KKK aşısının, birçok otizmli çocuğu etkileyen sindirim sistemi enflamasyonuna (iltihaplanmasına) sebep olduğuna inanıyordu.
Dr.Brownstein KKK aşısının cenin akciğerinden elde edilen bir hücre kültüründe üretildiğini not etti: ''Endişe şu ki; otizmdeki bu artışın sebebi su çiçeği ve KKK aşılarının içeriğinde insan DNA'sı bulunması olabilir.''
Dr. Helen Ratajczak'ın araştırmaları da aşıların otizme yol açabileceğini gösteriyor. Bilimsel literatürü inceledikten sonra, çok sayıda aşının bağışıklık sisteminin dengesini bozduğuna inanıyor. Ayrıca aşılar aracılığıyla vücuda giren insan DNA'sının istilacı olarak görüldüğünü ve iltihaplanma sürecini başlattığını düşünüyor, bu zamanla kronikleşiyor. Bu faktörler otizm riskini arttırıyor.
Dahası Dr. Wakefield otizmle ilgili araştırmasından dolayı sahtekarlıkla suçlandı ve tıbbi lisansı iptal edildi ve hala hakkında karalamalar devam ediyor. Dr. Brownstein ''Bu 'suç' yüzünden medya ve tıp camiası tarafından yargılandı'' diyor. İronik olansa Dr. Wakefield hastalarına aşı olmamalarını önermedi; bunun yerine KKK'da bulunan 3 farklı hastalık aşısının ayrı ayrı verilmesi taraftarıydı.
Diğerleri otizmdeki artış sebebiyle civa içeren ''thiomersal'' bileşiğini suçlamaya devam ediyor. Fakat 'thiomersal' aşıların çoğundan çıkarıldığı halde otizm vakaları artmaya devam etti.
Geçen yıl mayıs ayında, ünlü immünoloji uzmanı Dr. Bart Classen'ın makalesi 'Moleküler ve Genetik Tıp' dergisinde yayınlandı. Dr. Classen otizm, diyabet ve obezitedeki artışlara aşırı dozda aşılanmanın sebep olduğu kronik enflamasyonu sorumlu tuttu. ''Yıllardır aşıların enflamatuar(iltihaplı) hastalıkların salgınına sebep olduğunu yayınlıyoruz'' diye belirtti. ''Fakat çocuklara verilen aşı sayısı artmaya devam etti.''
Veriler gösteriyor ki aşı kaynaklı kronik hastalıklar öyle bir boyutta ki; insanı zehirleyen düşük doz radyasyon, kurşun hatta sigarayı bile gölgede bırakıyor.

Slyvia Booth Hubbard, 10.02.2015
Çeviri: Nagihan Turan

5 Aralık 2016 Pazartesi

Aşılar güvenilir mi?


    Oğlumun 2. ay aşısından sonra; uykusuz gecelerimiz, alerjik egzamayla, kusmalarla tanıştığımız zamanlar... Üzerinden neredeyse 2 yıl geçmiş ama hala aşı konusundaki tartışmaları okumaya ve bilinçlenmeye çalışıyorum. Pek çok anne babanın da benim durumumda olduğunu biliyorum, fakat aşıyı çılgınlar gibi savunan insanlarla da karşılaşmıyor değilim, kimin haklı olduğu ise şuan için muamma. Öncelikle biz ülke olarak aşı üretmiyoruz, satın alıyoruz. Satın aldığımız pek çok ürünün içeriğine bakmadığımız gibi aşı ve ilaçların içeriği de bizi hiç ilgilendirmiyor. Halbuki beden bizim, sağlık bizim, hatta minicik evlatların sorumluluğu bizim. Ama sağlık konusunda kimsenin bizi yanıltmayacağını düşünerek hareket ediyoruz, kapitalist bir dünyada yaşadığımızı unutarak. Çevre ve insan sağlığına duyarlı şirketleri tenzih ediyorum.

     Öncelikle bilimsel araştırmalar üzerinden gidelim, zaten FDA'nın kendi sitesinde kimi aşıların yan etkilerinden bahsedilmiş; alerjiler, astım hatta ani bebek ölümleri de görülmüş. Amerika'da daha önce aşıları korumak için eklenen civa içeren bir bileşiğin otizme sebep olduğu ve bu madde azaltıldığında ülke genelinde otizmin azaldığıyla ilgili bir makale var. Birkaç Avrupa ülkesinde aşılardaki civa bileşiğinin yasaklandığını Aidin Salih hocanın Gerçek Tıp kitabında okudum. Aşıyla ilgili pek çok bilgiyi bulabilirsiniz bu kitapta. Bunun dışında İtalya'da doğumunda sağlıklı olup sonradan otizm teşhisi koyulan bir çocuğun davasında, otizmin sebebinin aşılardaki civa içeren bileşik olduğu kararı çıkmış. Bu iki örnek bize otizm, civa ilişkisini açıklıyor.

   Bunun dışında hepimizin geçirdiği su çiçeği, kabakulak gibi rahatsızlıkların aşıyla önlenerek insanların bağışıklık sistemlerinin zayıflatılma ihtimali de var. Biz çocukken annelerimiz hastalığı kapalım bağışıklık kazanalım diye uğraşırlardı. Zayıf, iyi beslenemeyen çocuklar için evet tehlike arz edebilir ama onun dışında bütün ateşli hastalıklar kontrol altında tutulmadığında tehlikelidir. Kısaca biz hasta olup iyileşmek yerine hiç hasta olmamayı tercih ettik. Peki mümkün mü böyle birşey? Aşılanan çocuklar gerçekten hiç hasta olmuyorlar mı? Yoksa viral hastalıklar yerine çok daha ciddi otoimmün hastalıklarla boğuşan çocuklar mı var artık? Bu konu daha çok tartışılmalı, mesele bebeklerimiz, henüz bağışıklık sistemleri gelişmemişken anne sütünden antikor alırken onlara viral DNA ve birsürü katkı maddesi enjekte etmek ne kadar sağlıklı? Bu hastalıkları doğal yoldan geçirmeleri ne denli tehlikeli? Bizler geçirdik ve anne sütüyle evlatlarımıza bu antikorları geçiriyoruz peki yeni nesil ne yapacak?

     Bir de şu var eski dönemlerde yapılan aşılarla şimdiki aşılar arasındaki fark: artık rekombinant DNA teknolojileriyle virüsün DNA'sı başka bir canlının DNA'sı içinde kopyalanabiliyor ve bu genetik materyalleri 1 aylık, 2 aylık bir bebeğe enjekte etmek ne kadar doğru? KKK aşısının yumurta alerjisi olan çocuklara vurulmaması gerekliymiş örneğin, hangi hücre kültüründe ürettiklerini bilemezken nasıl güvenilir olduğunu iddia edeceğiz biz aşıların? En önemlisi haram veya helal olduğu konusunda dahi şüpheler var. Allah'ın haram kıldığı şeylerden de bir şifa beklemek ne kadar doğru? Aşı hiç kullanılmasın demiyorum fakat bağışıklık sistemi gelişmemiş bebekler için daha iyi araştırılmalı diye düşünüyorum. 

25 Kasım 2016 Cuma

Neden hastayız?


Artık birçok insanın, yaşlının, çocuğun, gencin hasta olduğu zamanlardayız, fakat neden? Nedenlerini bilirsek yapmamız gerekenleri de biliriz. Biz sağlıklı olursak çevremize, ailemize, ülkemize katkımız olur bu sebeple herşeyin başı sağlık diyelim ve yazıya başlayalım.

Öncelikle psikolojik rahatsızlıklardan başlayayım, sonra metabolik hastalıklara doğru devam edeyim. Toplumda antidepresan kullanımı yaygınlaştıkça acaba diyorum gerçekten uyuşmaya ihtiyacımız var mı? Yoksa gözümüzü açıp biz nerde hata yapıyoruz deyip kendimize bir çekidüzen mi vermeliyiz. Tabiki gerekli durumlarda ilaç kullanılabilir fakat bize ilaç kadar yardımcı olacak besinlerimiz, ve hayatı algılayış tarzımız da yabana atılmamalı. Öncelikle ceviz beyni beslediği için uzmanlar tarafından öneriliyor tabiki herşeyin fazlası zarar, makul ölçülerde tüketilebilir bana göre günde bir, iki tane bile yeterli. Şifa niyetine yediğimiz besinleri aç karnına tüketmek daha da faydalı olacaktır. Diğer besinlerle karıştığında sindirimi, emilimi düzgün yapılamayabilir ve dolayısıyla faydasını çok hissedemeyiz. Bana göre su ve toprak insanı en çok sakinleştiren, endişelerden uzaklaştıran maddeler. Dikkat edin ki biz yalnız bu iki maddeyle abdest alabiliyoruz, suyla; su yoksa toprakla.. Neden? Temizlik kadar insanı ruhsal anlamda da arındırıyor bence su ve toprak. O yüzden sürekli abdestli olmak dahi sakin ve huzurlu olmaya yaklaşmak demektir. Namaz kılmak zaten Allah'ın huzuruna çıkmanın verdiği hafiflikle insanı dünyanın  dert ve sıkıntılarından uzaklaştırır. Derdinizi bilenin ve dermanı verecek olanın huzurundasınız işte ötesi yok.

Gelelim bedenimizi ilgilendiren hastalıklara. Öncelikle grip, nezle gibi rahatsızlıklarda çok gerekli olmadığı sürece antibiyotik kullanmayın, birçok doktor artık yazmıyor yan etkileri dolayısıyla. Antibiyotik vücudunuzdaki faydalı bakterileri de öldürerek bağırsaklarınızı, sindiriminizi dolayısıyla bütün vücudunuzu etkiler. Bağışıklık sistemini değil antibiyotikleri kullanarak kendinizi güçlendirmemiş olur ve bir sonraki hastalığa da daha çabuk yakalanırsınız. Devamlı kullanımı besin emilimini bozar. Aşı ve ilaçlar insanın bağışıklığını desteklemeli fakat bağışıklık sistemini çalışamaz haline getirmemeli, Allah bu sistemi bizleri hastalıktan korusun diye yaratmış, bugün kanser hücrelerinin dahi sağlıklı bağışıklık hücreleri tarafından yok edildiğini biliyoruz. Bunun dışında kullandığımız ve yediğimiz içtiğimiz kimyasallara dikkat edelim. Kimyasal yemediğinizi düşünüyor olabilirsiniz fakat hazır paketli ürünlerin içeriğini okumadan satın aldığımız sürece bu durumdan haberimiz olmaz. Yapay aromalar yapay tatlandırıcılar, boyalarla dolu ''besin''leri yemeden önce iki kere düşünün çünkü vücudumuz bunları sindirmek üzere proglanmamış dolayısıyla bu kimyasallar bize zarar vermekte özellikle de sürekli tüketir hale gelirsek. İçecek olarak ayran, cacık, şalgam tercih edebilir atıştırmalık olarak da meyve, çerez tüketebiliriz. Yemek yemeyin demek yanlıştır, sağlıklı olanı tüketin eminim birçok sorun hallolmaya başlayacaktır. Herkes kendi karını düşünerek insanlara bir faydası olmayan ürünleri pazarlayabilir hatta bunun insanlara zararı da dokunabilir. Ama herkesin aklı var bizler başkaları kar edecek diye kendi sağlığımızdan olmayalım nefsimize yeri geldiğinde dur diyebilelim. Kullandığımız kimyasallardan kastım deterjanlar, saç boyaları, diş macunları.. Bunların bitkisel olanlarını bulmak ve tercih etmek zorundayız. Özellikle deterjanlar konusunda hassas olalım, bulaşık ve çamaşır deterjanını Saraçoğlu'nun veya Erkan Şamcı'nın ürünlerinden kullanabilirsiniz. Ayrıca doğal bor madeninden üretilen Etimatik marka deterjanlar da artık marketlerde. Bu markalar veya bildiğiniz başka doğal markalar kullanarak çevrenize ve kendinize daha sağlıklı bir yarın inşa edebilirsiniz.

Allah'ın bize verdiklerine şükretmek ve O'ndan şifa istemek belki de en önemli adım. Şifa Allah'tandır; aldığımız ilaçlar, kullandığımız bitkiler birer vesiledir, çünkü onları da yaratan ve bize kullanmamız için tanıtan da O'dur. bunu da anlamak lazım. Fakat en doğalını ve en temizini kullanmak, şifayı haramlarda değil, helalde aramak da önemlidir.Herkese sağlıklı günler dilerim.

26 Ekim 2016 Çarşamba

Hemoroid (Basur) bitkisel tedavisi

     Allah'ın yarattığı her bir dane insanlara şifa olmayı bekliyor. Fakat her biri başka bir hastalığa derman olduğundan, nasıl kullanacağımız ve ne kadar kullanacağımız önem kazanıyor.

     Kimimizde kabızlıktan dolayı kimimizde doğumdan sonra oluşabilen hemoroid(basur) için de güzel bir kür var. Bağırsaklara genel olarak iyi geldiğini düşünüyorum, yaraları iyileştiriyor benim tecrübeme göre. Hem de hepimizin rahatlıkla yapabileceği zeytin veya hurma çekirdeği kürü. Ağrılarım yüzünden ne iyi gelir diye araştırma yaparken, Allah razı olsun, bir yorumda okudum bu kürü. Her gün 7 adet hurma çekirdeği yutulacak ve buna 7 gün devam edilecek diyordu. Bunun dısında zeytin çekirdeği de aynı sayı ve gün olacak şekilde kullanılabilirdi. Bu çekirdeklerin midede eridiğinden bahsediliyordu. Tabi ki denemeden bilmek mümkün değil. Şifa olarak gördüğüm Kuran'da adı geçen zeytin ve hurmadan bahsediliyordu; elbette çekirdeğinde de şifa gizliydi ama daha önce hiç aklıma gelmemişti.

      Evde bolca zeytin olduğundan ve açıkçası hurma çekirdeklerinden daha rahat yutarım diye düşündüğümden her gün 6 tane zeytin yutmaya başladım ve 6 gün sürdürdüm. Sebebi doğum tarihimin 06.06 olması aslında. Bu küre başladığım sanırım 1 veya 2. günümde ağrılarım kesilmişti, kabızlık pek yaşamayan bir insan olsam da hiç zorlanmadığımı farkettim ve gerçekten mide bu çekirdekleri eritiyordu. Yalnızca yutarken uçları çok sivri olanları yutmamaya çalıştım, ve hep bol su ile yuttum boğazımı tahriş etmemesi açısından. İnşallah sizlere de şifa olur çünkü gerçekten söylemesi, anlatması zor bir hastalık. Çekirdekleri yutarken bol su içmek de eminim faydalıdır kabızlığı önleme de, tekrar sıkıntılar yaşarsam bu kürü tekrarlamayı düşünüyorum ama bir ayı geçen bir süredir bir sıkıntım yok çok şükür. Hepinize sağlıklı günler dilerim.


18 Eylül 2016 Pazar

Cilt hastalıkları alternatif tedaviler

     Sağlık konusunda küçük bir kesimin devamlı ilaçlara ve sağlık sektörüne kuşkuyla yaklaşmanız konusunda uyardığını görüyorsunuz. Diğer kısım da bunun bilimsel olmadığını, doktorlara ilaçlara koşulsuz şartsız güvenmek gerektiğine inanıyor. Canan Karatay'ın meslekten men cezası alması bana göre bu konunun önemini ve insanların ne boyutta fanatikleştiğini gösteriyor. Ben Aidin Salih hocamın Gerçek Tıp kitabını okuduktan sonra zaten mesafeli baktığım, modern tedavi yöntemlerinden umudumu kestim. Alternatif çözümleri hem onun kitabında, hem İbrahim Saraçoğlu hocamın programlarında bulabildim. İnsanlara alternatif tıbbın önemini anlatmaya karar verdim. Kortizonsuz bir egzama kremi olduğu halde, sgk'nın bunu değil kortizon içeren kremleri karşıladığını öğrenince üzüntüm bir kat arttı, üstelik bu kremi (coresatin pembe) internette forumlardaki yorumlar sayesinde buldum, çok şükür. Şifanın nerde olacağını Allah bilir fakat, moleküler biyoloji ve genetik okuyan bir insan olarak kimyasal ilaçların da aslında bitkideki etken maddelerin alınması veya sentetik olarak üretilmesi olduğunu öğrendim. Allah'ın yarattığı mucizevi bitkiler dururken, bitkisel ilaçları veya direkt olarak bitkiyi kullanmak gerektiğine inandım. Sentetik gıda ve ilaçların vücuda ne kadar faydası ne kadar zararı oluyor, daha çok tartışılmalıdır kanımca.
      Konuma giriş yapayım artık, bende hamilelik döneminde, oğlumda 2,3 aylıkken egzama görüldü. Bunun sonucunda oğluma kortizonlu krem yazdılar, benim cildimdeki yaralar geçtiği için ilaç almadım. Oğlumun yüzüne sürmek için elim gitmedi, kortizonun bağışıklığı baskılayan bir ilaç olduğunu bildiğimden, kortizonsuz bir egzama kremi yok mu diye araştırdım, pek çok doğal yöntem denedim fakat çok şükür bir forumda okuyup coresatin kremi deneyelim dedim ve o kadar etkili oldu ki çok şükür. Bunun dışında sebeplerini araştırdım. Aidin hocanın internette kitabından alıntıları, röportajlarını dinledim. Belki zor bir dönemdi ama her şerde bir hayır vardır, ben de rahmetli Aidin hocanın ilmiyle tanıştım, kitabını satın alıp daha detaylı bilgiler edindim. Paketli yiyecekler, ilaçlar ve aşılar insan vücudunda nasıl tahribat yapar o kadar detaylı anlatmış ki, kendimde ve çevremde gördüğüm pek çok rahatsızlığın aslında yanlış beslenerek yanlış yaşam biçimine ayak uydurmaya çalışmaktan olduğunu anladım. Hocam özellikle oruç hakkında çok büyük şifa olduğunu açlık oruçlarıyla vücudun toksik maddeleri atarak kendini temizleyebildiğini yazmıştı. Kaza oruçlarımı tutmaya başladım, tam da Aidin hocanın dediği gibi aslında ağrıyan veya hastalıklı bölgelerimizde vücudumuz bizi iyileştirmek için çalışıyor ve oruç esnasında bu belirtilerin arttığını görebiliriz, bunu durdurmak yerine vücuda destek olmak en güzeli. Açlık, günümüz dünyasında korkunç gibi görünüyor bize evet, ben oğlumu emzirirken dahi oruç tuttum, çok zayıf olmadığınız sürece ciddi bir zararı olacağını düşünmüyorum. Bunun dışında yediklerimiz, evimize aldığımız yiyecekler dikkatle seçilmeli. Katkılı paketli gıdalar değil taze yiyecekler tüketmeliyiz. Hayat tarzımızı değiştirdiğimizde, bedenimizin de değiştiğini görmemiz çok uzun sürmeyecek. Bunun dışında böbrekler ve cilt hastalıkları arasındaki bağlantıyı da ilk kez Aidin hocamın kitabında okudum ve böbreklerim de arasıra nükseden ağrıyı düşününce bağlantıyı kurdum. Boşaltım yoluyla atılamayan toksinler cilt yoluyla atılmaya çalışılıyordu, terleme ve bu da yeterli olmazsa egzama, sedef gibi rahatsızlıklar. Yani bizim amacımız lokal olarak cildi tedavi etmekten çok hastalığın kaynağına inmek, iç organları dolayısıyla toksik maddeleri temizlemekti. Bitkilerden de destek görmek önemli bana göre, Aidin hocanın belirli programları var kitabında, oruç ve sonrasında yenilip içilmesi gerekenler mevcut. Ben henüz uzun süreli açlıklara cesaret edemedim. Fakat iyi gelen bitkiler arasında semizotu, ısırgan, limon, maydonoz, sarımsak var bunları sofranızdan eksik etmeyin. Onun dışında sarı ballıbaba adlı bir bitki aldım Saraçoğlu internet sitesinden, hatta ben başka bir çay istemiştim bu geldi şaşırdım, vardır bunda da bir hayır dedim, ne için kullanıldığını okudum böbrek rahatsızlıkları içinmiş, iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş :) Allah Aidin hocadan da İbrahim hocadan da razı olsun.

     Sarı ballıbaba bitkisini her sabah demleyerek içtim, yüzümdeki egzamaların artmaya başladığı bir dönemdi, hızla azaldı ve şuan çok şükür iyiyim. Vücudumdaki toksik maddeler atılana kadar ve iç organlarım iyileşene kadar bu hastalıkların ara sıra nüksetmesi aslında korkunç birşey değil. Çünkü uzun yıllar boyunca yediğim hazır katkılı gıdalar, kullandığım kimyasal kozmetikler, saç boyaları bunlar elbetteki vücudumu, organlarımı tahrip etti, Ama çok şükür ki Allah her derdin şifasını vermiş yeter ki ümitsizliğe kapılmadan şifamızı arayalım, en zor zamanlarda dahi şükredelim bilelim ki bize ağrı veya acı veren şeyler dahi Allah'ın hikmetidir, bedenimizin iyileşmek için verdiği çabadır. Hepinize sağlıklı günler dilerim.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Şifa niyetine...

  Bugün mantar, bakteri ve virüs kaynaklı hastalıkları doğal yöntemlerle nasıl daha hafif atlatabileceğimizi veya kendimizi koruyabileceğimiz anlatmaya çalışacağım. Temizlik en önem vermemiz gereken konulardan fakat temizlik deyince ağır kimyasallarla, çamaşır sularıyla temizlikten bahsetmiyorum. Ağır kimyasallar zararlı ve yararlı bakterileri beraberce öldürdükleri için aslında zararlı bakterilere üreyebilecekleri yer açmış olurlar yani doğal dengeyi bozarlar bu sebeple en güzel temizlik, sirkeli suyla yapılandır, faydalı bakterileri öldürmeden evinizi, işyerinizi temizlerseniz zararlı mikropların üremesini bir nebze azaltmış olursunuz, halı koltuk gibi toz tutan eşyalarında arada su ve sabunla temizliği de çok önemli. Kendi temizliğimiz için de gene ağır kimyasallar değil bitkisel sabunlar, bitkisel şampuanlar kullanabiliriz özellikle paraben içermeyenlerden. Beden temizliği de vücudumuzdaki bakteri mantar dengesini bozmamak adına çok önemlidir.
     Aynı şekilde yediğimiz yiyecekler içtiğimiz sular da bu dengeyi bozmayacak şekilde olmalı. Peki dengeyi sağlamak hatta faydalı bakterileri artırıp zararlıları azaltmak için neler yapılabilir? Öncelikle hazır, işlenmiş bayat gıdalardan vazgeçeceğiz besin değeri olmayan şeyleri yememeye özen göstermeliyiz. Ev yemekleri çok önemli, fast fooddan olabildiğince uzak kalmalıyız, çünkü ağır sosları karışık içeriğiyle sindirim sistemine zarar verebiliyor, sindirim sistemindeki aksaklıklar bütün vücudun dengesini bozabilir. Mevsim meyve ve sebzeleri genelde vücudumuzun en çok ihtiyaç duyduğu vitamin mineralleri içerir bunları takip edelim, her mevsim aynı şeyleri yemek yerine Allah'ın yarattığı farklı yiyeceklerde şifa olduğunu unutmayalım; farklı meyve sebzeler Allah'ın hükmüyle yalnızca bir dönemde çıkıyor topraktan; bu düzeni bozup herşeyi kafamıza göre tüketmek bence çok doğru değil. Onun dışında sindirim sistemini desteklemek adına yoğurt çok önemli, kefirde öneriliyor fakat denemeye fırsatım olmadı. Şekerli yiyecekler ne yazıkki bağırsaklarınızdaki kötü mantarları artırıyor, bu da egzama, el ayak mantarı veya başka rahatsızlıklar olarak siz de görülebiliyor tabi siz geçici çözümlere yöneliyorsunuz ama mesele beslenmeyi değiştirmekte, şekerden özellikle de hazır şekerli yiyeceklerden uzak durmalıyız. Hazır paketli olanlar özellikle sentetik aromalar ve koruyucularla beraber vücudumuzun sindiremeyeceği fakat devamlı tüketmek isteyeceği şekilde üretiliyorlar. Devamlı bunları tükettiğimizde hem sindirim sistemindeki denge bozuluyor hem de yeterli vitamin mineralleri alamadığımız için hastalıklar başlayacak, sentetik aromaların sentetik kokuların ve mantarların vücudumuzda çıkardığı toksinlerin etkisiyle psikolojik rahatsızlıklar da yaşamaya başlayacağız. Mısır şurubunun karaciğere alkol kadar zarar verdiğini anlatan Amerikalı bir profesörün seminerini dinledim, tabi bunları heryerde göremezsiniz çünkü büyük bir endüstri gıda endüstrisi ve pek müsaade edilmiyor zararlı diyenlere. Bu büyük pazarda bizler sadece sorgulamadan tüketmesi gereken hastalanınca da yemekle ne alakası var canım deyip ilaç endüstrisinin eline düşen insanlar olmalıyız. Ama böyle olmaması bizim elimizde, marketten ne aldığımıza ne yediğimize Allah rızası için dikkat edelim. 
      Bize bu bedeni ve sağlığı veren Allah'a çok şükür, bunu korumak için çaba sarfedelim, yediğimize içtiğimize helal olup olmadığına azami dikkat edelim. Çünkü haram olan yiyecekler bizim sağlığımız için faydalı olamaz. Bizi Yaradan Allah fıtratımızı bizden iyi bilir unutmayalım. Mantar ve bakterileri dengede tutmak içinse, karbonatlı su çok güzel bir nimet hem içme suyunuza bir çay kaşığı ekleyerek alkali su içmiş olursunuz hem de bakteri enfeksiyon mantar olan bölgede karbonatlı suyla rahatlama sağlayabilirsiniz. Kaşıntıları azaltması anlamında da çok faydalı, bizzat denemiş biri olarak söylüyorum. Bunun dışında bağırsak düzenleyici olarak bir tatlı kaşığı elma sirkesi çok az bal ve bir bardak suyu karıştırarak kullanabilirsiniz. Şifa niyetine ve aç karnına içildiğinde daha faydalı olacaktır. Gene benim çok sevdiğim böbrek ağrılarıma çok iyi gelen limonlu suyu da unutmayayım, aç karnına içtiğinizde hem zindelik hem de böbrekleri temizleme özelliği olan limonlu suyu bir dilim limon ve bir bardak suyla hazırlayabilirsiniz. Doğadan doğal olan herşey bizlerin şifası için var neyi ne zaman nerde kullanabileceğimizi öğrenirsek daha sağlıklı bir hayat hayal değil. Verdiğimiz bilgiler şifa olsun, sağlıklı günler :)

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Kadın hastalıklarına bitkisel çözüm

     Pek çoğunuz İbrahim Saraçoğlu hocayı tanıyorsunuz, tv programlarında sıkça kürlerini açıklıyor, Allah razı olsun pek çok kişiye ve bana da şifa vesilesi oldu diyebilirim. Bugün kadın hastalıklarına önerdiği soğan kürünü anlatmaya çalışacağım. Adet düzensizlikleri, kistler, akıntılar ve iltihaplar için doğal bir ilaç ayrıca bütün kadınlar sağlıklı olsalar dahi korunmak için yapabilirler. Bir de dipnot pek çok çocuk isteyen hanım yukardaki sıkıntılar yüzünden hamile kalamamakta, bu kürden sonra hamile kalan pek çok hanım var, aslında ben de bu kürden sonra hamile kaldım sayılır fakat yapma amacım adetlerimi düzenlemek ve adet öncesi sendromlarımı en aza indirmekti. Ama ben çocuk sahibi olmam için de yumurtalık ve rahmimi temizlediğine inanıyorum, çünkü ciddi miktarda akıntım oldu kür süresince, ve iki ay üstüste yaptıktan sonra tekrar yapmadım aradan 3 sene geçmiş, fakat arkadaşlarımla paylaştığım bu şifa vesilesi kürü sizlerle de paylaşmak istedim.


      Öncelikle adet tarihinizin tahmini gününü biliyorsanız bugünden 15 gün öncesinde başlamanız sizler için daha faydalı olacaktır. Çünkü kür 15 gün sürüyor ve bittiğinde adetle vücudumuzun temizlenmesi daha etkili olacaktır. Bildiğimiz yemeklere kullandığımız kahverengi soğanı soyup dörde bölüp, büyük bir bardak klorsuz suya (ben hazır su kullandım hep) ekleyip biraz kaynatıyoruz ben bu aşamada ağzını kapatıyorum tencerenin ki faydalı maddeler uçup gitmesin. Sonra soğanları süzüp suyunu ılıkken içiyoruz. Bunu sabah akşam aç karnına içiyorsunuz. Eğer aç karnına içemezseniz tok da olur fakat çoğu kür aç karnına daha faydalı ve etkili oluyor benden söylemesi. Kesinlikle ağız kokusu yapmıyor işe giderken de içebilirsiniz yani, iştahı kapatıyor özellikle tatlı yiyeceklere karşı. Bu da bence çok önemli çünkü pek çok pko hastasının en önemli sorunlarından biri de kilo vermek. Aynı şekilde fazla kilolar da pek çok hastalığa sebep oluyor. Ben bu kürü uygularken diyet falan yapmadan 1,2 kilo verdiğimi hatırlıyorum özellikle göbek bölgesinden. Hergün taze olarak hazırladığınız soğan kürünü 15. günde  bitiriyorsunuz. Adet gününüz değişebilir hiç korkmayın bende de olmuştu sonraki ay ne zaman yapacağımı şaşırmıştım. Önceki hesabıma göre bu sefer 10gün öncesinden başladım. Saraçoğlu hocam öyle tavsiye ediyor, ikinci defa yapacaksanız 10 gün sürecek. Bu 10 günde aynı şekilde sabah akşam kaynatarak hazırladığımız soğan suyumuzu içiyoruz. Ben ikinci aydan sonra yapmadım şikayetlerim, adet düzensizliğim çok şükür bir iki ay içinde düzeldi ve adet öncesi sinirli, gergin, halsiz olan ben bunları yaşamamaya başladım çok şükür.       Hiç bir hastalık dermansız değil yeter ki Allah'ın bizler için yarattığı herşeye dikkatli bakalım, hepsine önem verelim. Rahim şekline benzeyen bir soğanı, inciri farkedelim. Allah bunları boşuna yaratmış olamaz. Aynı şekilde Saraçoğlu hocamın incir kürü de hamile kalmayı kolaylaştıran bir kür fakat yapmadım ama kesinlikle faydalı olacağına inanıyorum. Hepinize sağlıklı günler dilerim, sorularınızı burdan veya facebook sayfamdan sorabilirsiniz. Facebook sayfama burdan ulaşabilirsiniz.
   

14 Temmuz 2016 Perşembe

Deterjanlar ve sağlık

     Deterjanlar konusunu insan sağlığı açısından çok önemsiyorum, kimyasal içeriği en az olan deterjanları, minimum miktarda kullanarak temizlik yapmalıyız. Esas temizlik suyla olur bunu aklımızda tutmak gerek. Yerli üretim borlu çamaşır deterjanı Etimatik parfümsüz ve petrol türevleri içermeyen yapısıyla benden tam not aldı, ayrıca yumuşatıcı kullanmanıza da gerek yok, ben zaten yumuşatıcı yerine bir kaşık kadar elma sirkesi kullanıyordum, borun kireci engellediğini öğendim, elma sirkesi de bu işlevi görüyor hem de zararlı bakterileri öldürüyor, yararlı bakterilere zarar vermeden. Bulaşık deterjanı konusunda Prof. Saraçoğlunun ürününü tavsiye ederim, şampuanından da çok memnunum. İnternet sitesinden alabiliyorsunuz veya bu ürünlerin satış noktalarından.        
      Çevreye verdiğimiz zarar sadece bizi değil tüm doğayı ve insanlığı ilgilendiriyor. Lütfen gereksiz kimyasal kullanımını azaltıp en doğalını seçmeye çalışalım, özellikle sentetik parfümlü ürünler astım alerji ve hormon bozukluklarına sebep olabilir, en çok da bebekler ve çocuklar etkileniyor, temizlik için sirkeyi karbonatı eksik etmeyelim evimizden. Kimyasallar yararlı bakterileri de öldürerek hastalık yapan mikropların üremesi için elverişli bir ortam sağlar, sirkeli suyla temizlik bu sebeple çok önemlidir. Camlarımızı silerken, toz alırken sadece su kullandığımızda dahi ne kadar temiz olduğunu göreceksiniz, yer temizliğinde de az miktarlarda sirke ve arap sabunu kullanabilirsiniz. Sağlıklı günler dilerim.

23 Haziran 2016 Perşembe

Sağlıklı kalmanın püf noktaları :)

     Seyrettiğimiz bütün reklamlarda veya kimi sağlık uzmanlarının önerilerinde mikroplara savaş açmamız gerektiğini düşünürüz. Bizi hasta edenin mikroplar olduğunu düşünür onları öldürünce herşeyin düzeleceğini ümit ederiz. Peki gerçek bu mu? Bizi hasta eden mikroplar mu yoksa kimyasallar gıda sektörü ve ilaçlar mı? Bugün bunu tartışmayı düşünüyorum sevgili okurlar.
     Öncelikle ben çoğumuz gibi hastaya nane limon kaynatılan, sırtına vicks sürülen bir evde büyüdüm, bitkilerin şifa olacağını ucundan öğrendik. Aynı zamanda yiyeceklerin de şifa ve zarar getirebileceğini sonradan öğrenecektim. Bizim nesilde yemekler evde yenirdi, dışarda pek yemek yemeyen çocuklar olarak sağlıklıydık, çok şükür işi başından aşkın da olsa annem her gün çok güzel yemekler yapardı, hala onun kadar güzel yapamadığımı biliyorum. Eskiden annelerimiz daha çok çalışırdı ama onlar da daha sağlıklıydı. Ev yemeklerinde insanı iyileştiren birşeyler vardı :) Bir de daha çok hareket etmek için illaki spor salonlarında koşturmak gerekli değildi, kendi işimizi kendimiz halletmek de pek çok sağlık sorununun hiç oluşmaması adına kıymetliydi. Neydi peki ev yemeklerinde insanı iyileştiren şey? İnsan doğası gereği eşyaya nüfuz eder, biz yemek yaparken sevgimi kattım deriz ya hani işte o aslında gerçek, ben yemekleri yaparken Bismillahirrahmanirrahim diye başlarım, unuttuğum zaman da ne zaman hatırlarsam söylerim. Niyet çok önemlidir, lezzetli olmasına ve şifa olmasına niyet ederek pişirin yemeklerinizi. Yemekleri sadece karnımızı doyurmak için yapmıyoruz bunu anlamak gerekli, çocuklarımıza kendimize şifa olacak bize enerji verecek olan da yiyeceklerdir. Dışardan illaki birşeyler yenecekse en doğalı seçilmeli, çok karışık içerisine ne koyulduğunu bilmediğimiz yemekler lezzetli olabilir ama bizleri hasta edebilir.
     Sadece yemek değil tabi artık paketli gıdaların da sayısı arttı, her eve giriyorlar bisküvi, kek, margarin olarak. Bunlar özellikle çocuklar için daha tehlikeli sayılabilir, çünkü sadece bunlarla beslenen bir nesil yetişiyor. Lütfen ev yemeklerine, sebze ve meyveye, Allah'ın yarattıklarına gereken değeri verelim. Çilek yerine çilek aromalı şeker yemeyelim. Vücudumuz ve vücudumuzdaki iyi bakteriler Allah'ın yarattığı fıtratımıza uygun besinleri sindirebilir ve onlardan enerji temin edebilir. Fakat insanın kar uğruna daha ucuza üretmek için doğal değil kimyasal, yapay aromalar tatlandırıcılar kullanması ve bizim bunları tüketmemiz ne yazık ki insan sağlığını bozmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Üstelik sağlığı bozulan insan, şifayı iyi beslenmekte, hareket etmekte değil hastanelerde daha yüksek dozlarda kimyasal ilaçlar alarak arıyor. Lütfen yediklerimizin içeriğini araştıralım, sadece lezzetli olduğu için tüketmeyelim hazır ürünleri. Allah bizler için nice meyveler sebzeler yaratmış, hatta ülkemizde yetişmeyen ürünler bile artık heryerde kolaylıkla bulunabiliyor. Doğalı dururken yapay lezzetlerle kendimizi hasta etmeyelim dostlarım. Bunu kendimize uygulayamazsak çocuklarımızın da bizi taklit edeceğini unutmayalım. Hastalıklar kapımızı çaldığında niye beni buldu demeyelim. Ben nasıl bir hayat sürdüm, neden böyle oldu, neleri düzeltmeliyim diyelim.
      Kimyasallar konusunda da çok hassas olmak zorundayız, her şey reklamlarda göründüğü gibi değil; deterjanlar çoğunlukla içeriği insan sağlığına zarar veren ürünlerdir, bu konuda bitkisel deterjanlara yönelmenizi öneririm, veya yerli malı bordan üretilen bir deterjanımız var Etimatik onu deneyebilirsiniz, yumuşatıcı yerine bir tatlı kaşığı kadar elma sirkesi, yerleri silmek için bir kova suya bir kaşık kadar elma sirkesi, bulaşık makinenizde parlatıcı yerine elma sirkesi kullanabilirsiniz. Hiçbir zararını görmediğim gibi çok faydasını gördüm, özellikle oğlum alerjik egzaması olan bir çocuktu, önceden nefesi sıksık tıkanan oğlum çok şükür ki deterjanları bıraktığımızdan beri daha iyi. Bu arada arap sabunu da koltuklarda, yerlerde çok amaçlı bir temizleyici olarak kullanıyorum, bitkisel yağlardan üretiliyor, oğlumun biberonlarını dahi sıvı arap sabunuyla yıkıyorum. Kimyasalların zararlarını blogumdaki diğer yazılarda da okuyabilirsiniz. Siz de hem kendinize hem de çevrenize zararı dokunmayan markaları araştırın lütfen. LR ürünleriyle ilgili yazım da burda.
     Ev işleri konusunda değindiğim gibi kendi gündelik işlerimizi bile spor olarak görmek mümkün ama üşenmeden severek yapmalıyız işlerimizi, uzak da olsa çocuğumuzu elinden tutup parka götürmeyi televizyon izlemeye tercih etmeliyiz, bir tatlı veya yemek yaptığımızda bir kat üst komşuya çıkmaya üşenmemeliyiz. Markete, işe veya okula eğer evimize yakınsa yürüyerek gitmeliyiz. Bebekli olduğum için asansörü sık sık kullanmaya başladım ve ne yazık ki metroda, avm'lerde hiç de ihtiyacı olmayan insanların asansörlere bindiğini gördüm, hem engelli, bebekli, yaşlı insanların hakkını almış oluyoruz hem de daha sağlıklı olabilmek için hareket etmek gerektiğini unutuyoruz. Bu bakış açısını sağlıklıyken hayata geçirmek daha önemlidir. Ama hastalık belirtilerini görür görmez insanın kendini düzeltmesi de mümkündür yeter ki şifanın kendi içinde gizli olduğuna, kendi şifasını kendi hayatını güzelleştirerek bulacağına inansın.
     Hastalık tabi ki kimsenin istemeyeceği bir durum, sağlığın en önemli nimetlerden olduğunu insan hasta olmadan da anlayamıyor bazen. Diğer yazılarımda belirtmiştim eğer kendimizi düzeltmeye, şifaya niyet edersek bu hastalıklar aslında bizi doğru yola ileten bir kılavuz olup bizi yüklerimizden kurtarabilir. Kötü alışkanlıklarımızı bırakıp, daha güzel sağlıklı, şükür dolu bir hayata adım atabiliriz. Ama bütün bunlar için insan geçmişte yaptığı hatalardan ders çıkarmalı ve Allah'ın emrettiği gibi yaşamalıdır. Sağlıklı günler dilerim.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Galeta unu nasıl yapılır?

Evde galeta unu yapıp şinitzel için, balık kızartmak için, köftelerinize lezzet vermek için kullanabilirsiniz. Hem de israftan kurtularak, bayat ekmeklerden faydalanarak :) Tarifini veriyorum sevgili okurlar:
Bayat ekmekleri dilimleyip, küçük küçük parçalayıp fırın kabına, tepsisine kuru olarak yerleştiriyoruz, 180 derecede hafif kızarana kadar 15,20 dakika kadar falan bırakıyoruz. Çıkartınca kuru ve sert olması gerek ama yanmamasına da dikkat edin. Fırınlanmış kurumuş ekmeklerimizi mutfak robotundan veya blendırdan geçiriyoruz veeee galeta unumuz hazır; eğer beyaz büyük parçalar varsa ve tam kurumamışsa, 10 dakika daha fırınlayıp mutfak robotundan veya blendırdan geçirme işlemini tekrarlayabilirsiniz. Zaten un haline gelmesin, büyük büyük de olur derseniz bir seferlik yapmak yeterlidir. Köfte tavuk balık yemekleriniz için lezzet vericidir, ayrıca bayat ekmekleri değerlendirmek için de çok güzel bir yöntem :) Bu arada facebook sayfama da burdan ulaşabilirsiniz. İyi günler dilerim..




4 Haziran 2016 Cumartesi

Protein ağırlıklı diyetler

     Merhaba, hızlı kilo vermek isteyenlerin çokça rağbet ettiği protein ağırlıklı diyetlerden bahsedelim; ben Dukan diyetiyle böyle bir akımın varlığından haberdar oldum. Dukan diyetinin ilk aşamasında ağırlıklı demek doğru olmaz sadece proteinle besleniyorsunuz, diyete belli bir zaman sonra sebze, meyve ve karbonhidratları dahil ediyorsunuz. Çok hızlı bir şekilde ödem atıp kilo vermenize yardımcı oluyor, çünkü sıfır karbonhidrat demek gitsin kilolar demekle eşdeğer ve hiç aç kalmıyorsunuz. Ama ne yazık ki etkili olduğu kadar zararları da göz ardı edilecek türden değil, bugün bu diyetler hakkında konuşmak istiyorum.
     Çok kısa sürede kilo vermekse hayaliniz, protein ağırlıklı diyetler tam size göre gibi duruyor, fakat başlamadan önce bir düşünün derim. Kilo vereyim derken, vücudunuza zarar verip organlarınızı yaşlandırmak istemezsiniz diye düşünüyorum. Protein sindirimi zor bir besindir ama elzemdir, vücuttaki onarımı sağlayan aminoasitlerden oluşur. Fakat fazla miktarda alındığında vücuttaki toksik atıklar artacak, bağırsak ve böbrekler için ciddi anlamda zorlu bir süreç başlayacaktır. 3 öğün protein yediğimiz bir diyet sağlıklı görünebilir ama vücudumuz öyle söylemiyor. Proteini karnınızı tok tutması adına kesinlikle diyetinizden çıkarmamalısınız, en hafif şekliyle yoğurt ve peynir olarak tüketebilirsiniz. Her gün et ve süt ürünlerini gereken miktardan fazla yediğimizde ise sindirimini tam olarak gerçekleştiremeyebiliriz, bağırsaklardan kana karışan tam sindirilemeyen proteinlerse alerjilere sebep olabilir. Üstelik kanı temizlemekle görevli böbrekleri gereğinden fazla yorabilir ve böbrek rahatsızlıklarına merhaba diyebiliriz. Zaten kilo alan insanların çoğunda böbreklerin yeterince çalışmadığını ve toksik maddelerin yağ içinde depolandığını biliyor muydunuz? Diğer yazılarımda ve Aidin Salih hanımın Gerçek Tıp kitabında detaylı bilgiyi bulabilirsiniz.
      Kilo vermek için sindirimin ve boşaltımın sağlıklı olduğuna emin olmalıyız, peki bu nasıl olacak?Aidin hocanın da bahsettiği gibi organları temizlemenin, resetlemenin en güzel yolu oruçtur, şifa oruçları haftanın belirli günlerinde yapılabilir sağlık durumunuza göre 3 ila 10 gün sürebilen sadece su veya meyve suyu içilen açlık oruçları düşünülebilir. Bana göre en uygulanabilir olanı haftanın 2 gününü oruçlu geçirmekti ve gördüğüm pek çok faydası oldu. Ramazan oruçlarının haricinde şifa için oruç tutmak hem sağlığım açısından hem de manevi anlamda huzur verdi diyebilirim. Her gün çeşit çeşit, karışık yemekler yiyerek vücudumuzu ne çok yormuşuz meğer. Şimdi daha enerjik daha sağlıklı daha mutlu olduğumu düşünüyorum. Diyetle değil sağlıklı bir yaşam planlamasıyla insan kalıcı olarak kilo verebilir bunu da görmüş oldum. 
      Çok hızlı kilo vermek, çevremizin baskısı, yetişilecek bir düğün bir tatil sebebiyle önemli olabilir ama sağlıklı bir hayata geçmek bizler için daha önemli olmalı, kilolarımızı verirken sağlığımızı koruyamazsak bu kiloları sağlık problemleriyle boğuşurken tekrar almamız mümkün. Üstelik daha vahim bir tabloyla karşılaşacağız, sağlığımız elimizden gitmiş ve kilolarımız bizimle kalmış olacak. Kilo problemleri yaşayan insanların protein diyetlerinin aksine, sıvıları sebze ve meyveleri diyetlerinde artırmaları gerekecektir, çünkü halihazırda proteini gereğinden fazla tüketiyor olabilirler. Sabahları bir dilim limon eklediğiniz suyunuzu içmeyi ihmal etmeyin, bağırsaklarınız böbrekleriniz hatta cildiniz için bile faydasını göreceksiniz. Aynı şekilde akşam yemeklerinden önce de içebilirsiniz, oruç tuttuğunuzda orucunuzu bu suyla açabilirsiniz, hücrelerin büyük bir kısmının sudan oluştuğunu vücudumuzu temizlemek için de suya ihtiyaç duyduğumuzu unutmayalım. Sadece yemeklerden önce değil tabiki tazelenmek ve yenilenmek için suyumuzu içelim. Bize uygun bitki çaylarının ve maden sularının da en az su kadar faydalı olduğunu unutmayalım. Çay yerine tükettiğimiz asitli şekerli içeceklerin, aşırı tüketilen çay ve kahveninse vücudun susuzluğunu artırıp hücrelerin yaşlanmasına sebep olduğunu unutmayalım. Suyun önemini başka bir yazımda daha detaylı paylaşmayı düşünüyorum, hepinize sağlıklı günler dilerim :)


29 Mayıs 2016 Pazar

Cilt hastalıkları ve böbrekler

    Şifanın izinde adlı yazımda belirttiğim gibi, hastalıkların görüldüğü ve hissedildiği bölgeler aslında hasta olmayabilirler, yani sonuçlarını o noktada görmemiz tedaviye ordan başlayacağımız anlamına gelmez. Hatta bazen lokal tedaviler, hastalığın sebeplerini görmezden geldiğimiz için, hastalığın ilerlemesine sebep olabilir. Bugün tedavisi konusunda hatalara sık rastladığımız cilt hastalıklarından bahsetmek istiyorum. Cilt hastalıklarının sebebini derinlerde, iç organlarda aramak zorundayız. Cildimizin bizi dış dünyadan koruma görevi olduğu gibi boşaltım görevi de olduğunu hatırlatarak yazıma başlıyorum.
     Nasıl boşaltım yapabilir derimiz? Terleme yoluyla toksinleri attığımızı pek çoğumuz biliyoruz sanırım. Bunun dışında sivilce, egzama gibi cilt rahatsızlıklarına sahipsek, cildiniz kan dolaşımına katılmış, böbreklerin temizleyemediği atıkları atmaya, zararlı bakterilerle savaşmaya çalışıyor. Peki modern tıbbın sunduğu çözümler neler? Bağışıklığı azaltarak kızarıklık ve kaşıntı hissini azaltan kortizonlu kremler ve hatta tedavi edilemediğinde kortizon iğneleri. Sivilceler içinse bakterileri yok etmek ve inflamasyonu azaltmak için antibiyotikler. Geçici olarak kullanıldığında hastayı rahatlatması açısından faydasız diyemeyeceğim tedaviler fakat gerçekten bu hastalıkların sebebinin çok daha derinlerde olduğunu bilmemiz gerekir. Tedavinin ise aslında o kadar zor olmadığını fakat sabır gerektirdiğini anlayacaksınız. Öncelikle ciltteki problemler kan dolaşımıyla cildi besleyen damarlarda taşınan toksinlerle ve bakterilerle yakından ilgilidir.
     Kan dolaşımında toksinlerin ne işi var? Şöyle ki, yediklerimiz içtiklerimiz, kullandığımız gereksiz ilaçlar, kimyasallar (deterjan artıkları vs.) yoluyla vücudumuzda toksinler birikir. Vücudumuz bunları temizlemek için pek çok mekanizma kullanır ama bunların toksinleri atmaya yetmediği durumlarda hastalıklar baş gösterir. Çok fazla ve karışık yemekler tüketmek, özellikle de hazır gıdalar ve hayvansal ürünleri aşırı tüketmek, kimyasal deterjanlara, kozmetik ürünlerine maruz kalmak vücuttaki toksin miktarını arttırır. Bitkisel kaynaklı temizlik ve kozmetik ürünleri kullanmak, sebze meyve ağırlıklı beslenmek toksinleri uzak tutmak için faydalıdır. Ayrıca bu toksinleri terleme ve boşaltım yoluyla atmaya çalışan vücudumuza destek olmak zorundayız. Yoksa vücuda dağılan toksinleri çok başka yerlerde hastalık sebebi olarak bulabiliriz. Egzama, sedef, sivilce, romatizmal hastalıklar, farklı toksinlerin vücudun farklı organlarına dağılmasıyla oluşmaktadır. İşte tam da bu esnada modern tıbbın semptomları hafifleterek sizi rahatlatan ilaçlarına dikkat çekmek istiyorum. Bunların uzun süreli kullanımlarda sistemik bir çöküşe sebebiyet vereceğini unutmayalım. Vücudumuz toksinleri atmaya çalışırken biz bağışıklık sisteminin verdiği tepkileri bastırmakla mı uğraşmalıyız? Hayır vücudumuza yardım edip bu toksinleri nasıl daha rahat atabilir bunları düşüneceğiz. Bağışıklık sisteminin baskılanmasını doğru bulmuyorum bu yüzden aşı ve ilaçlar konusunda çok temkinli ve hassas davranmak gerektiğine inanıyorum.
      Nasıl yardımcı olacağız bedenimize; toksinleri atıp daha sağlıklı bir vücuda ve cilde nasıl sahip olabiliriz? Böbreklerimize nasıl yardımcı olabiliriz diye sormak daha mantıklı olurdu herhalde, kanımızı süzerek temizleyen çok çalışkan organlarımız için öncelikle karışık sağlıksız hazır gıdaları ve et, süt gibi hayvansal ürünleri diyetimizde minimuma indirmeli, meyve sebze oranını artırmalıyız. Limonlu su böbrekler için çok etkilidir, aç karnına suyunuza bir dilim limon atarak hem lezzetli hem de böbrekler için faydalı bir içecek hazırlayabilirsiniz, salatanıza çorbalarınıza eklemenizde de hiç sorun yok fakat su böbreklerin yorulmadan çalışması için önemlidir o sebeple limonlu suyu aklınızın bir köşesine yazın, sabah ve akşam aç karnına içmeye devam etmeye çalışın, cildinizdeki değişiklikleri görünce hak vereceksiniz. Ayrıca limonun içindeki kesitlerin, böbrek kesitine benzerliğini görünce ben çok şaşırdım. Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremeyiz, bu da öyle bir nimet, şifa olacağı organa benzeyen bitkilerimiz var, ne kadar şükretsek az olur. Resimlerde göreceğiniz diğer bitki maydonoz, böbreklere olan faydası bilinir, idrar ve adet söktürücü olarak kullanılır. Onun da yapraklarıyla böbreğin iç kısmına, sapıyla da böbreği idrar kesesine bağlayan üretra adı verilen kanala benzediğini düşünüyorum. Öncesinde sık sık böbrek ağrısı yaşayan ve cilt problemleri olan birisi olarak öneriyorum fakat farkı ancak bu bitkileri kullanınca anlayabilirsiniz. Ayrıca işe bakın ki çok uygun fiyatta heryerde bulabileceğiniz ürünler, şifayı bazen çok uzaklarda arıyoruz, bahçede pazarda gördüğümüz Allah'ın yarattığı herşey biz değersiz görsek de çok değerlidir. Çünkü biz yalnızca tüketiyoruz onlardaki hikmeti görmezden gelebiliyoruz. Bakanlardan değil görenlerden olalım inşallah.



     Zararlı bakterilerin de vücudumuz için toksin olduğunu da unutmamak gerekir, sivilce problemlerine bu bakteriler sebep olabilir, fakat antibiyotikler iyi kötü bütün bakterileri hedef aldığı için vücudumuz için özellikle de bağırsaklarımızda sindirim için görevli bakterileri de öldürerek sindirim sistemini bozabilir. Daha sonrası ise tam sindirelemeyen gıdaların kan dolaşımına karışması ve alerjilerle sonuçlanabilir. Antibiyotiklerin ve bağışıklık baskılayıcı ilaçların çok acil durumlarda kullanılması taraftarıyım. İnsan beslenme alışkanlıklarını yaşam tarzını daha sağlıklı bir hale sokmadan ilaçlarla iyileşemez bunun farkına varalım artık toplum olarak.
     Organları yormamak ve onların işlerini daha iyi yapması için mükemmel bir yöntem daha var: açlık, tam da ramazana çok az zaman kala bu yazıyı hazırlamam tesadüf değildir herhalde. Oruç, genel olarak vücudumuzu arındırmak için mükemmel bir yöntem, ayrıca manevi faydalarını da düşünürsek, bir zorunluluk bir zorluk değil; Allah'ın her konuda olduğu gibi yemede içmede aşırıya giden kullarına bir lütfudur. Ramazan ayındaki farz olan oruç haricinde, sağlık problemlerimiz için tutabileceğimiz şifa oruçları, dolunay olduğunda 3 günlük oruçlar ve haftanın belirli günlerinde tutulan oruçlar daha sağlıklı ve mutlu bireyler olmamıza yardımcı olur. Şifa niyetiyle tuttuğunuz oruçlarda hem nefsinizi kontrol etmeyi öğrenirsiniz hem de sindirimle uğraşmayan vücut toksinleri temizlemek için bir fırsat bulur, dikkat etmeniz gereken iftarda ve sahurda limonlu suyunuzu bitki çaylarınızı ihmal etmemek, sindirimi zor gıdalardan kaçınmak. Detaylı bilgiyi Aidin Salih hocanın Gerçek Tıp kitabında bulabilirsiniz. Sağlıklı günler dilerim.

Şifanın izinde

     Bizler hastalığın olduğu bölgede tedavi yapılması gerektiğine inanan insanlarız, mesela bacağımız ağrıyorsa problemin orda olduğunu, bacağımızın tedavi edilmesi gerektiğini düşünürüz. Halbuki hekimler de bilirler ki bel ve omurga problemleri bacak ağrılarına sebep olabilir. Yani hastalığı gördüğümüz ve hissettiğimiz yer hasta olmayabilir. Bu da şifanın sırlarındandır, her hastalık lokal tedaviyle iyileşemez hatta daha kötüye gidebilir. Bu yüzdendir ki kimi hastalar kolaylıkla iyileşirken, kimileri de durumu anlayamadığı için geçici çözümlerle durumunu daha kötü hale getirebilir.

     Hastalık aslında şifanın ta kendisidir, neden böyle dedim? Bizleri yataklara düşüren, derman aratan, bulamayınca umutsuzluk içinde ölümü düşündüren birşey güzel olabilir mi? Evet, olabilir düşünün en içten dualarımızı ne zaman ederiz, hastalandığımızda veya zor duruma düştüğünüzde değil mi? Dert gibi görünenler aslında bizi Allah'a yaklaştırarak derman olur, çünkü modern hayatın getirdiği bütün yükler ve sıkıntılar iman etmiş Allah'a tevekkül etmiş bir insanda asgariye iner. Hastalıkların ve sıkıntıların bir sebebi olduğunu düşünen insan için sabırla şifayı aramak gerekliliği vardır, Allah'ın şifa veremeyeceği bir dert bir sıkıntı yoktur, ümitsizlik müminlere yakışmaz. Allah'ın ilmi sonsuzdur, bizimki ise sınırlı, bu sebeple kısıtlı ilmimizle hiçbir hastalığa dermansız gözüyle bakmayalım, kendi adıma bu Allah'ı yetersiz görmektir. Ben şifamı yeterince aramadıysam, bakıp göremediysem bu benim suçumdur. Veya bana şifa verecek şeylerden kaçıp durduysam bu da benim suçumdur. Şifasını bulduğum dertlerim içinse bunun bir ilaç, bir hekim vesilesiyle olsa da Allah'ın bana şükretmek için bir yol gösterdiğini hatırlamalıyım. Sağlık nimeti kaybedilmeden önemi farkedilmeyen bir nimettir, öncelikle sağlığımıza şükretmeye başlarız bir hastalıktan sonra ve diğer detayların sağlığımız olmadan acılar içindeyken bir anlamı olmadığını farkedip daha geniş düşünürüz. Tekrar hastalanmamak içinse daha dikkatli bir yaşam sürmemiz gerekir artık, önceden ne yediğimizi, neler yaptığımızı önemsemezken, bedenimize kendimize daha saygılı özenli bir hayata başlarız. İşte Allah bizi bu şekilde doğru bir yola iletiyorsa şükredelim hastalıklarımıza da, Allah sabreden ve şükreden kullarını şifasını vererek ve daha doğru bir yola ileterek mükafatlandırır.  

    Allah'ın merhametinin çok olduğunu unutmayalım. Ya Şafi ismiyle dua edelim hastalıklarımız ve hastalarımız için. Elbette ölüm de insanlar içindir ama kimi hekimlerin şu kadar ömrün kalmış demelerinden rahatsız oluyorum, hangimiz kaç günümüz kaldığını biliyoruz ki? Bir kardeşimiz ağır hasta diye onun öleceği zamanı söylemek ne kadar doğrudur? Çok sağlam bir insan aniden ölebildiği gibi hastalar da şifa bulup uzun yıllar yaşayabilir. Hastalık derman aratan, Allah'ın yarattığı şeylerin hikmetini ve gerekliliğini bize gösteren, sabrımızı ve imanımızı artıran bir süreçtir. Neden ben demek yerine, ne yapmalıyım diye düşünmek daha hayırlıdır. Hastalanmayan insan yoktur, fakat yaşadığı hayata göre herkesin hastalığı dolayısıyla şifası da farklı olabilir. Hepinize sağlıklı günler dilerim.
   

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Ruh ve beden sağlığı ilişkisi

     Sağlık sadece bedenle ilgili değildir aynı zamanda, akli ve ruhani dengemiz de sağlığımızı etkiler. Bazen iç dünyamızda hallettiğimiz sorunlar hastalıklarımızın da yavaşça ortadan kalkmasına sebep olur, buna kendinizde veya çevrenizde şahit olmuş olabilirsiniz. Fiziki sebeplerin olmadığı durumlarda gerçekten kişinin iç dünyasında yaşadıkları bedenine zarar verebilmektedir. Peki nasıl oluyor? İnsan vücudunu modern tıbbın öngördüğü üzere parça parça ayırıp incelemek belki metodolojik olarak daha kolay fakat esasında böyle bir parçalanma bizim bedenimizde söz konusu olamaz. Yani hasta olan bir organı iyileştirmek için bütün bedeni iyileştirmek gerekir, sadece hastalıklı bölgeyi hedef alan tedaviler muhtemelen yarım kalmıştır. Çünkü hastalık düşüncelerimizin, hislerimizin ve yaşam tarzımızın bir sonucudur. Müdahale edilmesi gereken acil durumlar elbette olabilir, ama semptomları azaltmak, hastayı o an için rahatlatmak sorunu çözmez,işin kaynağına inmeli; bunu en iyi hastanın kendisi yapabilir. Çünkü o hayatında nelerin yanlış gittiğini herkesten daha iyi bilmektedir.

     Alternatif tıbbın bana göre modern tıptan en büyük farkı bu; vücudu bir bütün olarak ele alması, hastalığın kendini gösteriş şekline değil derininde yatan sebebe odaklanması. Bugün modern tıpta da pek çok hastalık için düzenli beslenme, spor yaşam tarzı değişikliği öngörülüyor. Hastalanmadan önce de bu uyarılar dikkate alınmalı. Koruyucu hekimlik çok önemli bir konu; nasıl daha sağlıklı yaşarız sorusu vücudumuz iflas etmeden sorulursa, hem hastalar hem doktorlar açısından iyileşme süreci daha kolay olabilir.

     Sudan ve toprak minerallerinden oluşan vücudumuza ihtiyacı olanı verdiğimizde, gereksiz ve sindirilemeyen fakat organlarda, yağ dokuda depolanan yiyecekleri, içecekleri terkettiğimizde daha sağlıklı olduğumuzu farkederiz. Çünkü biz ne yiyorsak oyuz, yediklerimiz hücrelerimize kadar girip orada mikro boyuttaki olayların, enerji üretiminin, DNA onarımının gerçekleşmesini sağlıyor ve yaşamı devam ettiriyor. Bu yaşamsal enerji için yediğimizi unutmayalım. Sadece zevk almak için yemek yemekten vazgeçelim. Elbette kimi besinler kimi insanların yaradılışına daha uygundur ve onları çok severler, bahsettiğim konu bu değil. Bahsettiğim sentetik gıdalar, sentetik koruyucular, tatlandırıcı ve aroma vericiler, bu konuyla ilgili detaylı bilgiyi Aidin Salih hanımın Gerçek Tıp kitabında bulabilirsiniz. Bu konuya değinmeden geçemiyorum çünkü gerçekten sindiremediğimiz besinler vücudumuzun tanımadığı kimyasallar bizlere hastalık olarak dönmekte. Tüketim konusunda insanların pek çok şeyi düşünmeden almasını isteyen kar odaklı bir sektör var, hepimiz daha dikkatli olmalıyız.

     Konumuza geri dönersek, baştada belirttiğim üzere düşünceler, duygular insanın iç alemi fiziki bedenini etkilemektedir. En kolay hatırlayacağınız şey belki de kanser hastalarının moralle hastalığı yendim ifadeleridir. İnsan yalnızca psikolojik durumunu düzelterek; yaşama daha sıkı sarıldığında, negatif şeyleri, çözemediklerini bir kenara koyup; hayatındaki güzellikleri görmeye ve şükretmeye başlayarak, iyileşmesine katkıda bulunabilir. Biz birer robot değiliz bunu hatırlamak gerekli, sadece yemek yemek, ilaç almak değildir bizi iyileştirebilecek olan, içimizdeki inanç, yaşama sevinci ve sevgidir. Bunları kaybettiğimizde zaten yaşayan bir ölü değil miyiz? O zaman bedenimiz neden daha sağlıklı kalmak için çabalasın ki? Herkesten hatta kendimizden bile nefret etmek, hayallerimizi yaşama sevincimizi yitirmek hasta olmak için gayet yeterli bence. Açmak gerekirse, düşünce ve hisler insan beyninde belli noktaları harekete geçirip hormonlar salgılatır bu hormonlar kana karışarak organlara oradan hücrelere ulaşır ve onlara ne yapması gerektiğini nasıl bir durumla karşı karşıya olduklarını anlatır. Hücrelerin davranışları da bizim sağlığımızı doğrudan etkilemektedir. Genel olarak mizaçları birbirine benzeyen insanların aynı hastalıklardan müzdarip olması da tesadüf değildir, çok kuruntulu ve düşünceli, evhamlı insanların genelde mide problemleri yaşaması gibi.

     Kendimizle barışık olmak, Allah'ın bize verdiği nimetler için şükretmek, daha iyi ve güzel bir dünya için çabalamak, yardım etmenin hoşgörünün ve affetmenin değerini kavramak, kısa hayatımıza güzel şeyler sığdırmak için uğraşmak ve aslında ufacık şeyleri bazen çok büyüttüğümüzü, evrenin minik bir parçası olduğumuzu hatırlamak, isyanda değil sabırda birbirimize destek olmak çok daha güzel ve sağlıklı bir hayatın kapıların açacaktır bize. Kendi hayatınızın moral ve motivasyonu siz olabilirsiniz, şifayı en çok kendi içimizde aramanın vakti gelmiştir, biz kendi bedenimizden kendi düşündüklerimizden sorumluyuz unutmayalım. Herkese sağlıklı günler dilerim :)

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Tavuklu çorba tarifi

Tam da hastalanmaya başladığımız bahar dönemlerinde hayat kurtaran bir tarif (biraz abarttım) Tavuklu çorba benim çocukluğumda bayıldığım bir çorbaydı, her yaptığımda annemi hatırlatan yemeklerden biridir, çok doyurucudur ve üstelik sağlıklı da ve en önemlisi lezzetli oluşu sanırım :) Başlıyoruz;
Malzemeler;
1adet tavuk göğsü
Yarım kase pirinç (yada arpa şehriye)
1 y.kaşığı domates 1y.k biber salçası
1 domates rendesi
Tavuk göğsünü haşlamak için 1y.k çorba için 4,5 y.k sıvı yağ
Nohut(Önceden haşlanmış buzluktan çıkarılmış)
Nane
Renkli Biberler( Yoksa karabiber+ kırmızı biber)
Tuz

Hazırlanışı;
Tavuk göğsünü yağ ve tuz ekleyerek bir tencerede haşlıyoruz, haşlandıktan sonra elimizle küçük küçük parçalayıp, süzdüğümüz tavuk suyunuda bir köşede bekletiyoruz, bir tencerede yağı salçayı naneyi, tuzu ve renkli biberleri(değirmende öğütebildigimiz biberlerden) kavurup tavuklari ve nohutlari ekliyoruz ardından rendeledigimiz domatesleri de ekleyip karıstırıyoruz. Önce tavuk suyunu üstünede çaydanlıkta veya su ısıtıcısında kaynattıgımız suyu tencerenin yarisini biraz geçecek şekilde ekliyoruz ve kaynadıktan sonrada altını kısıyoruz yaklaşık 20 veya 30dk da çorbamız hazır. Birde piştikten sonra tencereye veya servis ederken limon suyu eklemeyi unutmayın, çok lezzetli oluyor :)

Dip not: Tavuklar konusunda hızla artan şüpheler, yemlerde GDO ve antibiyotik olma ihtimali sağlığımızla ilgili önemli iddialardır, bu konuda tavuk üreticilerinin hassas davranmasını insan sağlığını tehdit edecek birşeyi kar amacı güderek yapmadıklarını ümit ediyorum, ayrıca böyle bir imza kampanyası var destekliyorum, buraya tıklayarak imza verebilirsiniz. Sağlıklı günler dilerim.

Pizza tarifi

Merhaba arada yemek tarifleri de yayınlamaya karar verdim, aklıma ilk gelen ve kolay bir yemek tarifiyle basliyoruz :) Hepimizin cok sevdigi pizza tarifi, bu tarifi tutturmayi bir cok denemeden sonra basardim ama suan gayet lezzetli ve yiyen herkes begeniyor, simdi basliyoruz;
Malzemeler:

Hamuru için;
4 su bardagi un
1 paket kuru(instant) maya
1 bardak ılık su
Yarım bardak sıvı yag (bütün ölcülerde aynı bardagi kullanırsanız süper olur)
Bir tatlı kasıgı tuz, bir tatlı kasıgı seker

Üzeri için;
Bir yemek kasıgı domates salçası, bir yemek kaşığı su bir yemek kaşığı yağ ile hazırlanmıs sos
Sucuk salam sosis dilimleri
Halka halka dogranmıs biberler (acı veya tatlı zevke göre)
Dilimlenmis mantar (isteğe bağlı)
Zeytin
Dondurulmus mısır (Ben iglo kullanıyorum ama hepsi olur konservede olur)
Mozzarella peyniri (Bulamazsanız kaşarda olur, rendelenmis mozzarella büyük marketlerde satılıyor)

Hazırlanışı:
Öncelikle hamuru hazırlıyoruz, çünkü yarım saat kadar mayalanması gerekiyor o mayalanırken biz malzemelerimizi dilimleyebiliriz. Kuru maya su, yag bir kapta karıştırılıp un ilave ediyoruz tabi tuzu ve şekeri de, ardından ne çok sert ne çok yumuşak bir hamur elde edene kadar yoguruyoruz, genelde 5 dk sürüyor. Hamur en az yarım saat sıcak bir yerde üstünede nemli bir bez örterek bekletiliyor daha çok bekleyebilir (kabarana kadar) Hamur şişene kadar biz de malzemelerimizi dilimliyoruz, hamur mayalanınca yagladigimiz fırın tepsisine elimizle bastırarak bir yuvarlak elde ediyoruz. Çok kalın olmaması pişincede kabaracagindan önemli, çok ince olmasıda erken pişip yanmasına sebep olabilir :) Orta kalınlıkta bir hamur elde ediyoruz üzerine domates salçalı sosumuzu elimizle yayıyoruz (kaşıkla yapmak hamuru delebilir). Sonra malzemeleri yukarda verilen sıraya göre diziyoruz, yalnız önemli nokta şurda, peyniri eklemiyoruz fırına verirken 200 derecede ısınmıs fırında 10dk pişiriyoruz önce sonra peyniri ekleyip 5dk daha bekliyoruz peynirlerde eriyince toplam 15dk da pişmiş pizzayı sogutmadan dilimleyip servis ediyoruz ketçap ve mayonezle çok lezzetli oluyor :) Afiyet olsun